* Sanırım pazar sayıklamaları gibi olacak. Tek kalemde hepsini yazamayacağım. Parça parça gelecek.
* "Düşünceler" ucu bucağı görünmeyen denizin ortasındaki boş bir sandal gibi. Öncesi, sonrası yok. Sandalda kimse yok. Hikayesini bilmiyoruz. Güneşin altındaki durgun denizde dalgalanıyor. Açılış sahnesinde kamera sandalın içerisindeki bir şeye odaklanır. (Bu bir çift ayakkabı, bir kalem ya da çamaşır mandalı olabilir, önemi yok.) Sonra yavaşça nesneden uzaklaşır. Uzaklaştıkça bir sandalın içerisinde olduğumuzu anlarız. Kamera daha çok uzaklaştıkça açıklarda olduğumuzu anlarız. Ama kamera durmaz ve daha da yükseğe çıkar, neredeyse dünyaya tepeden bakacak kadar. Kameranın her uzaklaşma anında sandal daha da küçülür ve bir zaman sonra görünmez olur. Böylece odaklandığımız şey önemini ve anlamını yitirir ya da daha çok önem kazanır. Çünkü yönetmen bize sandalın oraya nasıl geldiğini, neden boş olduğunu (bu bir kaza, intihar veya şu an aklımıza gelmeyen bambaşka bir sebep olabilir) ve nesnenin anlamını anlatmamıştır. Film biter.
* Ben, "Üç kavanoz alabilir miyim? dedim. O, "Olmaz öyle, koliye kaç tane sığarsa o kadar olur" dedi. 7 tane geldi. Parasını da yanlışlıkla söylediğinden fazla göndermişim. Aradı hemen, "Fazla göndermişin" dedi. "Ben öyle anlamışım" dedim. "Vardır bunda da bir hayır" dedi.
İşte bu, yani "vardır bir hayır, tam olarak "büyülü gerçekçilik"tir.
* Kileri temizlerken buldum filmleri. Bir sürü film. Daha da vardı ama sadece bunların fotoğrafını çektim 15 yıllık, 20 yıllık dvdler cdler. Neler düşündüm onları izlerken? Neler öğrendim? Neler hissettim? Birçoğunu hatırlıyorum. İlhan Berk demişti ya hani şiirinde "Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün." diye. Öyle bir sevinç, öyle bir heyecan güzel filmler bulup izlemek o zamanlar benim için. Neredeyse hiçbir şey bilmiyorum sinema hakkında ama düşkünüm işte. Sonra ne mi oldu? Yine aynı şiirin devamındaki gibi:
"Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim." Hepsi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder