Arka Kapaktan: "İyi Hikaye (Hakikat, Kurmaca ve Psikoterapi Üzerine Yazışmalar), Nobel ödüllü yazar J.M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikaye anlatma sanatı üzerine büyüleyici bir diyalog."
Büyülü Gerçekçilik serisine psikanalizi de dahil ettim. Yönetmen David Lynch 'in dediği gibi sağdan soldan belki de ömrümce hiç kullanmayacağım ama belki bir gün lazım olur düşüncesiyle "ateş odunu toplayıp" duruyorum. Yazma işini beceremiyorum, sanırım kibritim yok. Blogdan da sıkıldım. Belki kapatır sonra yeni birisini açarım. Onu da bilmiyorum. Ama şimdilik "ateş odunlarım" burada.
Meraklısına:
J.M.C. (Yazar): İyi (yani makul, hatta ilginç) bir hikayenin nitelikleri nelerdir? Başka insanlara hayat hikayemi anlattığımda -daha önemlisi, hayat hikayemi kendime anlattığımda- bunu iyi biçimlendirilmiş bir mamüle dönüştürme çabasıyla hiçbir şeyin olmadığı zamanları çarçabuk geçip çok şeyin olup bittiği zamanların dramasını şişirerek, anlatıya bir şekil verip beklenti ve gerilim mi yaratmalıyım, yoksa, aksine, tarafsız ve nesnel olup mahkeme salonlarının kriterlerini karşılayacak türden bir hakikati anlatmaya, gerçeği, yalnızca ve bütün gerçeği söylemeye mi çalışmalıyım?
Hayat hikayemle ilişkim nedir? Ben bu hikayenin bilinçli yazarı mıyım, yoksa kendimi içimden taşan kelime akışını elden geldiğince az müdahaleyle dile getiren bir ses gibi mi görmeliyim sadece? Hepsinden, öte, hafızamda tuttuğum malzemenin bolluğunu, bu bir ömürlük malzemeyi gözönünde bulundurunca ve Freud'un, düşünmeden (yani bilinçli bir şekilde düşünmeden) eklediklerimin kendim hakkındaki en derin hakikatin anahtarı olabileceği yollu ikazını hesaba katınca, neleri dışarıda bırakmalıyım ve bırakmam gerekir? Diğer yandan, neleri düşünmeden dışarıda bıraktığımı bilmem mantıken nasıl mümkün olabilir?
A.K. (Klinik Psikolog) : Bana kalırsa psikanalizin görevi en derindeki hakikati anlatmaya çalışmak ya da daha mütevazi ve isabetli bir ifadeyle, hakikatin anlatımına gösterilen dirençleri çözümlemek, ki böylelikle bireyin hikayesi bir noktada mümkün olduğunca tam, tutarlı ve bütüncül bir şekilde ortaya çıkabilsin -çünkü, süreç kesintisizdir, hikaye hep değişir. Kişinin çocukken anlatabileceği gerçek hikaye, aynı deneyimleri bir ergen, yetişkin vs. iken anlatabileceği halinden farklıdır.
Freud seans odasında bilinçdışı deneyime erişmenin en iyi yolunun serbest çağrışım metodu olduğunu ileri sürdü ama, benim deneyimime göre, insanların beklediği şekilde ilerlemiyor bu. Serbest çağrışımda hastadan elinden geldiğince serbest bir şekilde, normal toplumsal kural ve kibarlıklara takılmadan konuşması istenir, ne var ki hastanın keşfettiği şey ifade özgürlüğünün -kendi zihninin mahremiyetinde bile- ne kadar kısıtlı olduğu olur genellikle. Bu da bireyin savunmalarının nasıl işlediğini görmemize ve direncin analizi üzerinde çalışmamıza imkan tanır, ki bu da çoğu terapide işin büyük kısmıdır.
Bir açıdan, psikanalizin amacının anlatısal ya da otobiyografik hayal gücünü serbest bırakmak olduğu söylenebilir. Eğer bu hattan gidersek, senin gibi bir yazarın bize, anlatıların seans odasında aldığı biçime dair sunabileceği içgörüler olabilir.
J.M.C. (Yazar): Geçen sefer sorduğum sorunun üzerine gitme gereği duyuyorum: Terapistin hedefi (bilerek terapinin hedefi demiyorum) hastayı hayatının gerçek hikayesiyle yüzleştirmek mi yoksa ona, daha yeterli bir düzeyde (yani, minimal Freud'cu reçetede yeniden sevebilmeye ve yeniden çalışabilmeye tekabül eden şekilde, daha mutlu) yaşamasını sağlayacak bir hayat hikayesi sunmak mı? Terapi pratikte ne kadar esnek olmayı göze alabilir? Terapist her zaman ideal sonucu arzular elbette, bütün gerçeği ve bu bütün gerçeğin hasta tarafından kabul edilmesini, benimsenmesini arzular; ama zaman ve para kısıtlamaları göz önünde bulundurulduğunda, terapist çoğu zaman yeterince -iyi bir sonuca, bütün gerçeğe olmasa da hastayı çalışma düzenine döndürmeye yetecek kadar iyi bir gerçeğe razı gelmiyor mu?
Freud'un daha az karamsar anlarında yazdıklarını okuduğumda, bana biraz sorgusuz sualsiz gelen bir şekilde, şu reçeteyi yankıladığını düşünüyorum: Gerçeği bileceksin ve gerçek seni özgür kılacak. Sorum şu: Terapinin hedefi hastayı özgür bırakmaksa, özgürlüğe çıkan tek yol hakikat midir? Amaç hastayı yeniden rayına oturtmaksa, gerçeğin bir versiyonu, bütün gerçek kadar kapsamlı olmasa da, belki anın taleplerine (hastanın güncel durumunun taleplerine) göre biçilmiş bir versiyonu da eşit derecede iş görmez mi?
Bu sorunun acilen cevaplanması gerektiğini düşünüyorum çünkü en az Platon'un zamanından beri şairler (yani hikaye uyduran insanlar) her şeyden önce hakikate sadık olmadıkları gerekçesiyle suçlanıyor. Şairler de genellikle hakikate inanmadıklarını, ama hakikati teşkil eden şeye dair kendi tanımları olduğunu söyleyerek savunuyor kendini. Bu tanımlar incelendiğinde çoğu zaman karışık oldukları görülür. Şiirsel hakikat, kısmen, dünyaya doğru ("hakikatli") bir şekilde yansıtma meselesidir ama aynı zamanda, yine kısmen, içsel tutarlılık, zarafet gibi meselelerdir -diğer bir deyişle, özerk estetik kriteri karşılamaktır mevzubahis.
Platon'un şairlere itirazının özünde şairlerin hakikatle güzellik arasında seçim yapmaları gerektiğinde hakikati feda etmeye dünden razı olmaları yatar. Şairlerin savunmalarının özüyse, güzelliğin kendisinin hakikati olmasıdır.
Hemen hemen bütün yazarların pratiğinde "güzellik hakikattir" savının bir çeşitlemesini bulursunuz. "Bu hikayeyi uyduruyor olabilirim ama; hikayenin içsel bütünlüğü, makullüğü, doğruluk ve kaçınılmazlık hissiyle alakalı esrarengiz sebeplerden ötürü, bize her şeye karşın bir açıdan hakiki, en azından hayatımız ve yaşadığımız dünya hakkında hakiki bir şey anlatıyor."
Şair, der Platon, bizi eşyanın hakikatiyle ilgili kendi görüşüne ikna eder ve bunun için de tüm şiirsel numaralarını ve donanımını kullanır. Bu açıdan şair, hedefi hakikate ulaşmak değil, sizi kendi düşünce biçimine çekmek olan retorikçi gibidir.
Terapi durumuna dönüyorum. Bir terapist sıfatıyla beni, hastanın bana anlattıklarını kullanarak onun şimdiye kadarki hayatına dair ikna edici (yani makul) bir anlatı kurmayı ve bu anlatı çizgisinin hastanın sevebileceği ve üretken bir şekilde çalışabileceği bir geleceğe nasıl uzanabileceğine dair ikna edici bir taslak çıkarmayı hedeflemekten alıkoyan şey nedir?
Aşikar cevap şu: Alıkoyan şey hakikate sadakatimdir. Ama gerçeğe, bütün gerçeğe, nihayetsiz bir analiz olmadan erişilebilir mi? Ve nihayetsiz bir analiz uygulanamıyorsa eğer, neden hakikatin, öyle ya da böyle, işleyen bir versiyonuna razı gelmeyelim?
Sizin bu bloglardan dıkılma huyunuz olmasa keşke :) Severek okuyorum sonra puf yokoluyor, gününbirinde yeniden buluyorum seviniyorum puf yine yok :) Olsun, buna da alıştık ama acaba bu blogtan sıkılmanızı ne tetikledi, ne güzel gidiyordu bence..
YanıtlaSilPsikanaliz konusu büyülü gerçekçilik olmada dahi zor, bu şekilde iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor sanki
Öyle olmuyor işte. Türkçemizde "Halamın bıyığı olsa amcam olurdu" diye bir söz var :))) Benim de huyum böyle.
SilBir kitap okuyorum belki de o tetiklemiştir. Anlatının Krizi - Byung-Chul Han. Orada diyor ki, yani yaklaşık olarak; günümüzde bir 'anlatı" enflasyonu var. Anlatı 'storytelling' değildir. Tüketilen bir şey değildir. Storytelling'de anlam ve istikamet eksikliği vardır diyor.
Ben de düşünüyorum, belki daha az ya da daha farklı yazarak daha nitelikli, anlamlı ve istikametli şeyler çıkarabilirim. Belki. Bakacaz. :)))