18 Aralık 2024 Çarşamba

Muhabbet Tacı


Yolumuz Sohbet Yoludur

Kainat hep muhabbetin eseridir. Bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak, "Eğer sen olmasaydın, felekleri (kainatı) yaratmazdım" buyuruyor. Cenab-ı Rabbü'l alemin'in habibi Hz. Muhammed Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem) bütün mevcudatın yaratılış sebebi oluyor. Demek ki kainatın yaratılışında aşk var, muhabbet var, sevgi var. 

Muhabbetten maksat, muhabbetullah, muhabbet-i Resulullah, muhabbet-i evliyaullahtır. Bu muhabbet lafla olmaz; fedakarlık, sabır, mutabaat ve rabt-ı kalp ister. Bu aşk, tabiri caizse bir aslan ile cenkleşmek gibidir; sanıldığı kadar kolay değildir. 

Muhabbete talip olan kimse, çok çeşitli belalarla imtihan edilir. Kişi malıyla, evladıyla, nefsiyle kısaca sahip olduğu her şeyiyle denenir, imtihan edilir. Tahammülü, gücü, sabrı, rızası ölçülür. Bütün bunların sonucunda başarılı olursa, muhabbet tacı giydirilir. 

Hayat Dengemiz
Seyyid Muhammed Saki El Hüseyni

17 Aralık 2024 Salı

I should never have allowed myself to feel this way


Uzun yazmak gerekiyor ama yazamayacağım. O yüzden Ertan'ın yazdığını yapıştırıyorum:

"Paul Schrader’ın Light Sleeper’ını (Tavşan Uykusu, 1992) uzun yıllar sonra tekrar seyrettim, taş gibi film, kadife bir balyoz."



Niyet

 


Terbiyenin Temeli : Niyet

Gavs-ı Sani hazretleri de, bu konu üzerinde çok durmakta ve sık sık şu uyarıyı yapmaktaydı: "Sizler niyetinizi Allah için güzel yapın, her işiniz güzel olur, güzel sonuç verir. Kulun güzel niyetini Allah bilsin yeter."

Yine Gavsımız niyet hususunda Şeyh Seyyid Abdulhakim Bilvanisi hazretlerinin (kuddise sırruhüma), şu sohbetini çokça naklederdi:

"Bir insan sabah kalkınca, güzelce abdestini alsa, evinden işine giderken, "Ya Rabbi, sen rezzak-ı mutlaksın/bütün yarattıklarının rızkını verensin. Biz çalışsak da çalışmasak da sen bizim rızkımızı verirsin. Lakin rızık için çalışmayı bize sen emrettin. Biz senin emrine uyup rızkımızı aramaya, kazanmaya gidiyoruz" diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa, bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. İnsan için bunu yapmak çok kolaydır. Bu sevabı kazanmak için güzel bir niyet etmesi yeterlidir."


Arifler Yolunun Edepleri
Seyyid Muhammed Saki El Hüseyni

16 Aralık 2024 Pazartesi

Bir varmış bir yokmuş

Three Thousand Years of Longing (Üç Bin Yıllık Bekleyiş) - 2022

Yakın zaman önce ünlü bir hikaye anlatıcısı (Tilda Swinton) bir konferans için İstanbul'a gelmiş. Kapalıçarşı'dan aldığı 'çeşm-i bülbül'ü otel odasında temizlerken şişe kırılıvermiş ve içinden yakışıklı bir cin çıkmış. 

Şişeden çıkan cin, bütün hikayeleri bildiğini düşünen, bilime inanan ve hayatta herşeyi oluruna bırakmış olan bu kadına "3 dilek hakkı" olduğunu söylemiş. Ama kadın "Hiçbir dileğim yok" deyip, dilek dilememiş. Dilek dilemediği gibi, üstüne cinden eski hikayelerini anlatmasını istemiş.

"Beynimin çalışma şekli, hem gücümün, hem de yalnızlığımın kaynağı. Duyguları hikayeler aracılığıyla buluyorum. Sanırım hikayeleri bu yüzden seviyorum."



Meraklısına :

15 Aralık 2024 Pazar

Karakovan Balı ve Büyülü Gerçekçilik


 * Sanırım pazar sayıklamaları gibi olacak. Tek kalemde hepsini yazamayacağım. Parça parça gelecek. 

* "Düşünceler" ucu bucağı görünmeyen denizin ortasındaki boş bir sandal gibi. Öncesi, sonrası yok. Sandalda kimse yok. Hikayesini bilmiyoruz. Güneşin altındaki durgun denizde dalgalanıyor. Açılış sahnesinde kamera sandalın içerisindeki bir şeye odaklanır. (Bu bir çift ayakkabı, bir kalem ya da çamaşır mandalı olabilir, önemi yok.) Sonra yavaşça nesneden uzaklaşır. Uzaklaştıkça bir sandalın içerisinde olduğumuzu anlarız. Kamera daha çok uzaklaştıkça açıklarda olduğumuzu anlarız. Ama kamera durmaz ve daha da yükseğe çıkar, neredeyse dünyaya tepeden bakacak kadar. Kameranın her uzaklaşma anında sandal daha da küçülür ve bir zaman sonra görünmez olur. Böylece odaklandığımız şey önemini ve anlamını yitirir ya da daha çok önem kazanır. Çünkü yönetmen bize sandalın oraya nasıl geldiğini, neden boş olduğunu (bu bir kaza, intihar veya şu an aklımıza gelmeyen bambaşka bir sebep olabilir) ve nesnenin anlamını anlatmamıştır. Film biter. 

* Ben, "Üç kavanoz alabilir miyim? dedim. O, "Olmaz öyle, koliye kaç tane sığarsa o kadar olur" dedi. 7 tane geldi. Parasını da yanlışlıkla söylediğinden fazla göndermişim. Aradı hemen, "Fazla göndermişin" dedi. "Ben öyle anlamışım" dedim. "Vardır bunda da bir hayır" dedi. 
İşte bu, yani "vardır bir hayır, tam olarak "büyülü gerçekçilik"tir.  

* Kileri temizlerken buldum filmleri. Bir sürü film. Daha da vardı ama sadece bunların fotoğrafını çektim 15 yıllık, 20 yıllık dvdler cdler. Neler düşündüm onları izlerken? Neler öğrendim? Neler hissettim? Birçoğunu hatırlıyorum. İlhan Berk demişti ya hani şiirinde "Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün." diye. Öyle bir sevinç, öyle bir heyecan güzel filmler bulup izlemek o zamanlar benim için. Neredeyse hiçbir şey bilmiyorum sinema hakkında ama düşkünüm işte. Sonra ne mi oldu? Yine aynı şiirin devamındaki gibi: 
"Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim." Hepsi bu. 

13 Aralık 2024 Cuma

Kader Çarkı

 

Wheel of Fortune and Fantasy (Çarkıfelek) - 2021

"Kader Çarkı, Majör Arkana kartlarından olmakla beraber -yani gündelik ufak tefek olayları, karşılaşmaları ve tesadüfleri simgeleyen Minör Arkana gibi değil de gerçekten “kadersel” bir değeri olan, büyük, karmik ve anlamını ilk bakışta anlayamayacağımız olayları- temsil eder. Beklenmedik değişimler, gerçek olamayacak kadar büyük tesadüfler bu kartla birlikte gelir."



12 Aralık 2024 Perşembe

12 Aralık Ozu-san


12 Aralık Ozu'nun hem doğum hem de ölüm günü. 

 
Bir Güz Öğleden Sonrası (Sanma No Aji) - 1962

#birgüzöğledensonrası #yalnızlık #pencere #ayna #boşluk #sessizlik #sessizliğingürültüsü #vsvs

10 Aralık 2024 Salı

Bütün Saadetler Mümkündür (2007)


Bütün saadetler mümkündür...
Şu kapının açılması,
İçeri girivermen,
Bahar, kuşlar, gündüz.
Ve bütün dünya
Bir an içinde gürültüsüz.

Bütün saadetler mümkündür...
Bahtsızların biraz gülümsemesi...
Körlerin gün görmesi,
Mümkündür bütün mucizeler...
Ana, baba, evlât, bütün kaybolanlar...
Ebedî bir sabahta buluşmamız bir daha.

Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allaha...

Ziya Osman SABA


Meraklısına :

Ali'nin kestiği odunlarla yaktığı soba kadar sıcacık, Gülce'nin türküleri gibi hayal, Osman'ın oynadığı "Ariflerin Satrancı" kadar hikmetle dolu, Mevlüt Amca'nın ceketi kadar anlaşılmak için söze ihtiyaç duymayan bir film. Tabii'de.

Felsefe ve Büyülü Gerçekçilik


Şöyle başlıyor kitap:

"Bugün herkesin ağzında bir "anlatı" lafıdır gidiyor. Oysa anlatı enflasyonu paradoksal olarak bir anlatı krizine işaret ediyor. Tüm bu 'storytelling' yaygarasının ortasında, anlam ve istikamet eksikliğiyle kendini açığa vuran bir anlatı boşluğu hüküm sürüyor.... Anlatılar hakkında bunca konuşulması, onların işlevsizliğine delalettir."

"Çocuk kitapları yazarı Paul Maar bir hikayesinde anlatamayan bir çocuğu anlatır. Susanne, yatağında dönüp durarak uykuya dalmaya çalışırken, abisi Konrad bu isteği hışımla geri çevirir. Halbuki Konrad'ın annesiyle babası hikaye anlatmaya bayılırlar.

Peter Maar'ın öyküsü incelikli bir toplum eleştirisi yapar. Bizi hikaye anlatmayı unutmakla suçlarken, dünyanın büyüsünün bozulmasından anlatı yeteneğimizi kaybetmemizi sorumlu tutar. Büyünün bozulması hikayesi şu şekilde özetlenebilir: Şeyler vardır, ama sessizliğe gömülmüşlerdir. Büyü buharlaşıp onları terk etmiştir. Varoluşun saf olgusallığı anlatmayı imkansız hale getirir. Olgusallık ve anlatısallık birbirini dışlar. 

Dünyanın büyüsünün bozulması her şeyden önce dünyayla olan ilişkimizin nedenselliğe indirgenmesi anlamına gelir. Ancak nedensellik, olası ilişki biçimlerinden yalnızca biridir ve nedenselliğin hegemonya kurması dünyanın ve deneyimin fakirleşmesine yol açar. Büyülü bir dünya, şeylerin birbirleriyle ilişkisine nedensel bağlantıların hükmetmediği, şeylerin birbirleriyle mahremiyetini ve sırlarını paylaştıkları bir dünyadır. Nedensellik mekanik ve dışsal bir ilişkidir. Dünyayla kurulan büyülü ve şiirsel ilişkiler, insanları ve şeyleri birbirine bağlayan derin bir sempatiye dayanır. Novalis, 'Sais Çırakları'nda şöyle der:

'Ne zaman kendisiyle konuşsam, eşsiz bir "Sen" olmaz mı sarp kayalık? Ve "Ben," akan suyuna üzgün bakarken düşüncelerimi alıp götüren bir ırmaktan başka neyim?... Taşları ya da yıldızları henüz birisi anladı mı, bilmiyorum, ama anladıysa mutlaka yüce bir varlık olmalı.'

Anlatının Krizi
Byung-Chul Han

Meraklısına :

Kitaptaki bu bölümü çok sevdim. Ama uzun olduğu için yazamayacağım. Fotoğrafını çekip ekliyorum. 













 

9 Aralık 2024 Pazartesi

Psikanaliz ve Büyülü Gerçekçilik


Arka Kapaktan:  "İyi Hikaye (Hakikat, Kurmaca ve Psikoterapi Üzerine Yazışmalar), Nobel ödüllü yazar J.M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikaye anlatma sanatı üzerine büyüleyici bir diyalog."

Büyülü Gerçekçilik serisine psikanalizi de dahil ettim. Yönetmen David Lynch 'in dediği gibi sağdan soldan belki de ömrümce hiç kullanmayacağım ama belki bir gün lazım olur düşüncesiyle "ateş odunu toplayıp" duruyorum. Yazma işini beceremiyorum, sanırım kibritim yok. Blogdan da sıkıldım. Belki kapatır sonra yeni birisini açarım. Onu da bilmiyorum. Ama şimdilik "ateş odunlarım" burada. 

Meraklısına:

J.M.C. (Yazar): İyi (yani makul, hatta ilginç) bir hikayenin nitelikleri nelerdir? Başka insanlara hayat hikayemi anlattığımda -daha önemlisi, hayat hikayemi kendime anlattığımda- bunu iyi biçimlendirilmiş bir mamüle dönüştürme çabasıyla hiçbir şeyin olmadığı zamanları çarçabuk geçip çok şeyin olup bittiği zamanların dramasını şişirerek, anlatıya bir şekil verip beklenti ve gerilim mi yaratmalıyım, yoksa, aksine, tarafsız ve nesnel olup mahkeme salonlarının kriterlerini karşılayacak türden bir hakikati anlatmaya, gerçeği, yalnızca ve bütün gerçeği söylemeye mi çalışmalıyım?

Hayat hikayemle ilişkim nedir? Ben bu hikayenin bilinçli yazarı mıyım, yoksa kendimi içimden taşan kelime akışını elden geldiğince az müdahaleyle dile getiren bir ses gibi mi görmeliyim sadece? Hepsinden, öte, hafızamda tuttuğum malzemenin bolluğunu, bu bir ömürlük malzemeyi gözönünde bulundurunca ve Freud'un, düşünmeden (yani bilinçli bir şekilde düşünmeden) eklediklerimin kendim hakkındaki en derin hakikatin anahtarı olabileceği yollu ikazını hesaba katınca, neleri dışarıda bırakmalıyım ve bırakmam gerekir? Diğer yandan, neleri düşünmeden dışarıda bıraktığımı bilmem mantıken nasıl mümkün olabilir? 

A.K. (Klinik Psikolog) : Bana kalırsa psikanalizin görevi en derindeki hakikati anlatmaya çalışmak ya da daha mütevazi ve isabetli bir ifadeyle, hakikatin anlatımına gösterilen dirençleri çözümlemek, ki böylelikle bireyin hikayesi bir noktada mümkün olduğunca tam, tutarlı ve bütüncül bir şekilde ortaya çıkabilsin -çünkü, süreç kesintisizdir, hikaye hep değişir. Kişinin çocukken anlatabileceği gerçek hikaye, aynı deneyimleri bir ergen, yetişkin vs. iken anlatabileceği halinden farklıdır. 

Freud seans odasında bilinçdışı deneyime erişmenin en iyi yolunun serbest çağrışım metodu olduğunu ileri sürdü ama, benim deneyimime göre, insanların beklediği şekilde ilerlemiyor bu. Serbest çağrışımda hastadan elinden geldiğince serbest bir şekilde, normal toplumsal kural ve kibarlıklara takılmadan konuşması istenir, ne var ki hastanın keşfettiği şey ifade özgürlüğünün -kendi zihninin mahremiyetinde bile- ne kadar kısıtlı olduğu olur genellikle. Bu da bireyin savunmalarının nasıl işlediğini görmemize ve direncin analizi üzerinde çalışmamıza imkan tanır, ki bu da çoğu terapide işin büyük kısmıdır. 

Bir açıdan, psikanalizin amacının anlatısal ya da otobiyografik hayal gücünü serbest bırakmak olduğu söylenebilir. Eğer bu hattan gidersek, senin gibi bir yazarın bize, anlatıların seans odasında aldığı biçime dair sunabileceği içgörüler olabilir. 

J.M.C. (Yazar): Geçen sefer sorduğum sorunun üzerine gitme gereği duyuyorum: Terapistin hedefi (bilerek terapinin hedefi demiyorum) hastayı hayatının gerçek hikayesiyle yüzleştirmek mi yoksa ona, daha yeterli bir düzeyde (yani, minimal Freud'cu reçetede yeniden sevebilmeye ve yeniden çalışabilmeye tekabül eden şekilde, daha mutlu) yaşamasını sağlayacak bir hayat hikayesi sunmak mı? Terapi pratikte ne kadar esnek olmayı göze alabilir? Terapist her zaman ideal sonucu arzular elbette, bütün gerçeği ve bu bütün gerçeğin hasta tarafından kabul edilmesini, benimsenmesini arzular; ama zaman ve para kısıtlamaları göz önünde bulundurulduğunda, terapist çoğu zaman yeterince -iyi bir sonuca, bütün gerçeğe olmasa da hastayı çalışma düzenine döndürmeye yetecek kadar iyi bir gerçeğe razı gelmiyor mu? 

Freud'un daha az karamsar anlarında yazdıklarını okuduğumda, bana biraz sorgusuz sualsiz gelen bir şekilde, şu reçeteyi yankıladığını düşünüyorum: Gerçeği bileceksin ve gerçek seni özgür kılacak. Sorum şu: Terapinin hedefi hastayı özgür bırakmaksa, özgürlüğe çıkan tek yol hakikat midir? Amaç hastayı yeniden rayına oturtmaksa, gerçeğin bir versiyonu, bütün gerçek kadar kapsamlı olmasa da, belki anın taleplerine (hastanın güncel durumunun taleplerine) göre biçilmiş bir versiyonu da eşit derecede iş görmez mi? 

Bu sorunun acilen cevaplanması gerektiğini düşünüyorum çünkü en az Platon'un zamanından beri şairler (yani hikaye uyduran insanlar) her şeyden önce hakikate sadık olmadıkları gerekçesiyle suçlanıyor. Şairler de genellikle hakikate inanmadıklarını, ama hakikati teşkil eden şeye dair kendi tanımları olduğunu söyleyerek savunuyor kendini. Bu tanımlar incelendiğinde çoğu zaman karışık oldukları görülür. Şiirsel hakikat, kısmen, dünyaya doğru ("hakikatli") bir şekilde yansıtma meselesidir ama aynı zamanda, yine kısmen, içsel tutarlılık, zarafet gibi meselelerdir -diğer bir deyişle, özerk estetik kriteri karşılamaktır mevzubahis.

Platon'un şairlere itirazının özünde şairlerin hakikatle güzellik arasında seçim yapmaları gerektiğinde hakikati feda etmeye dünden razı olmaları yatar. Şairlerin savunmalarının özüyse, güzelliğin kendisinin hakikati olmasıdır. 

Hemen hemen bütün yazarların pratiğinde "güzellik hakikattir" savının bir çeşitlemesini bulursunuz. "Bu hikayeyi uyduruyor olabilirim ama; hikayenin içsel bütünlüğü, makullüğü, doğruluk ve kaçınılmazlık hissiyle alakalı esrarengiz sebeplerden ötürü, bize her şeye karşın bir açıdan hakiki, en azından hayatımız ve yaşadığımız dünya hakkında hakiki bir şey anlatıyor."

Şair, der Platon, bizi eşyanın hakikatiyle ilgili kendi görüşüne ikna eder ve bunun için de tüm şiirsel numaralarını ve donanımını kullanır. Bu açıdan şair, hedefi hakikate ulaşmak değil, sizi kendi düşünce biçimine çekmek olan retorikçi gibidir. 

Terapi durumuna dönüyorum. Bir terapist sıfatıyla beni, hastanın bana anlattıklarını kullanarak onun şimdiye kadarki hayatına dair ikna edici (yani makul) bir anlatı kurmayı ve bu anlatı çizgisinin hastanın sevebileceği ve üretken bir şekilde çalışabileceği bir geleceğe nasıl uzanabileceğine dair ikna edici bir taslak çıkarmayı hedeflemekten alıkoyan şey nedir? 

Aşikar cevap şu: Alıkoyan şey hakikate sadakatimdir. Ama gerçeğe, bütün gerçeğe, nihayetsiz bir analiz olmadan erişilebilir mi? Ve nihayetsiz bir analiz uygulanamıyorsa eğer, neden hakikatin, öyle ya da böyle, işleyen bir versiyonuna razı gelmeyelim?

8 Aralık 2024 Pazar

Kazvini ve Büyülü Gerçekçilik

 


Beşinci Bölüm:
Ağaçlar, Meyveler ve Otlar

Nevadir: Rum tarihlerinde okudum. İskender güney sınırına ulaşınca deniz gördü. Gece askerlerinin denizi geçmelerini istedi. Sahile yaklaşınca gök gürültüsü gibi bir itiraz sesi işitti. İskender'e dediler ki, burada bir meşe ormanı vardır ve sürekli sert rüzgarlar esince ağaçlar birbirlerine sürtünüp o sesi çıkartır. Sonra Allah o ağaçların başında hoş görünümlü ve güzel renkli, insan suretinde kuşlar yaratmıştır. O ormandan gitmezler ve hiç o rüzgardan kaçmazlar. 

İskender orman hakkında bilgi getirmesi için birini oraya gönderdi. Haberci oraya varınca bir aslanın saldırısına uğradı, ağaca tırmandı ve çaresizce aşağıda asla, yukarıda sert rüzgar korkusuyla beklerken denizden bir kuş gelip ayağından yakaladığı gibi İskender'in karşısına getirdi. O da İskender'e buradan ileride başka yol yoktur, diye haber verdi. 

Böyle hikayeler çoktur; biz meşhur olanı anlattık. Bir fasıl da şu meşhur ağaçları kimin getirdiğini anlatalım inşallah. 

Bilinmeyen Garip Ağaçlar

Bahriyye : Mağrip vilayetinde denizden bir ağaç çıkar. Belli vakitlerde deniz yüzüne gelir. Billur da o denizde olur. O ağaç su yüzüne gelince çok ucuzluk olur. Mağrip padişahı bir defasında onu yakalayıp zincirle bir dağa bağladı. Bir süre döndü durdu, sonra da o zinciri çözüp belirsiz oldu gitti. Bir gün, doğu tarafından bir kavim geldi..."

Kazvini
Acaibü'i Mahlukat

6 Aralık 2024 Cuma

Sezai Karakoç ve Büyülü Gerçekçilik


Yazma Dersleri
Necip Tosun 

Sezai Karakoç’un eserlerini incelediğimizde, “gerçeküstücülük” ve “büyülü gerçekçilik”le yakından ilgilendiğini görürüz. Karakoç, eserlerinin fikri yapısını diriliş düşüncesine, anlatım biçimini ise büyülü gerçekçilik ve gerçeküstücülüğe dayandırır. Bu akımları, gündelik olayların yorumundan müthiş bir aşkınlığa, metafizik bir gerilime ve giderek yeniden dirilmeye, yani diriliş düşüncesinin ifadesine dönüştürmüştür. Sezai Karakoç’un, bu akımları daha üniversitede öğrenciyken incelediği ve kendini yazmaya bu şekilde hazırladığı görülür.

1950’li yılların başında Mülkiye’de öğrenci olan Sezai Karakoç, bir hatırasında, gerçeküstücülükle ilgili yapılan bir toplantıya dinleyici olarak katıldığını ve daha sonra söz alarak konuştuğunu aktarır: 

“Ben de söz aldım. On beş dakika kadar konuştum. Konuya sanat yönünden baktım. Aşırı akılcılığa ve realizme tepki olarak nitelendirdim gerçeküstücülüğü. İdeolojik açıdan değil, estetik açıdan bakmak gerektiğini söyledim. Doğrusu, benim bu konuşmam, bir cesaret, bir ataklık sayılabilirdi. Çünkü oradakilerin çoğu Paris’ten gelmişlerdi. André Bréton gibi gerçeküstücüleri görmüşler, dinlemişlerdi. Bununla birlikte benim konuşmama karşılık veremediler diyebilirim. Buna da sebep, bana kalırsa, benim Paris'i görmemekle beraber, Fransız Kültür Merkezi’nde gerçeküstücü ürünleri görmüş olmam, o konuda yazılmış olanları okumuş bulunmam, aynı konuda dergilerde çıkan yazılardan haberdar bulunmamdı. Onlar o yazarları, o şairleri görmüşlerdi, ama, belki de, benim kadar, eserleri ve eserler hakkındaki değerlendirmeleri ele alma gereğini duymamışlardı.”

4 Aralık 2024 Çarşamba

11 Aralık Boom Günü

Önce Mubi, Aki Kaurismaki 'nin filmlerini yayınladı. Şimdi de Netflix 'Büyülü Gerçekçilik'e sardı. Değişik şeyler oluyor ama sevdim ben bunu. 


2 Aralık 2024 Pazartesi

Tsai Ming-Liang Sineması


“Filmler sadece hikâye anlatmakla mı ilgili? Dikkatimi günlük hayata ve yaşama yöneltiyorum. Kendi gündelik hayatımızda hikâyeler yoktur. Her gün tekrarlanan olaylar ile doludur. Filmlerimin hikâyelerinin hepsini iki cümleyle aktarabileceğime inanıyorum. The Skywalk Is Gone (2002 yılında çektiği kısa metrajı) filminde Lee ve Chen birbirlerinin yanından geçerler ama birbirlerini tanımazlar. Bu kadar. Hikâyeyi gizlemek için dramatik unsurları hikâyenin içinden çıkarmaya çalışıyorum. 

Film ve gerçeklik farklıdır. Ancak bu tür yapay dramatik unsurları ortadan kaldırarak onları yakınlaştıracağıma inanıyorum. Hikâye anlatmak istemiyorum. Geleneksel sinemada, seyircinin ilgisini çekmek için bir şeylerin tanıtılması gereklidir. Böylece zaman ve mekân birlikteliği içinde yaşanan detayları ve durumları kaçırırız. Amacım dramatik ögeler oluşturmak değil, imajlar yaratmaktır.” 

Tsai Ming-Liang

Meraklısına :

Bu abinin Goodbye, Dragon Inn (Elveda Sinema) - 2003 diye bir filmi vardır, 80 dakika falandır; ilk diyalog filmin yaklaşık 40. dakikasında geçer. Bir sinema salonundaki son film gösterimini anlatır. Zordur ama en iyi sonlardan birisine sahiptir. Gerçekten Meraklısına'dır. 

1 Aralık 2024 Pazar

Amaan film olsun da

Bu şu demekmiş; her dilden, her coğrafyadan, her türden filmi ayıla bayıla izledin ve kısa filmleri seviyorsun. 

Bu sınıflandırma aynı zamanda, senin bir tarzın yok, demek olabilir mi?