30 Kasım 2024 Cumartesi

Caz severler 🎺



 Young Man with a Horn (Trompetli Adam) - 1950



* "Trompetli Adam, genç bir trompetçinin yükselişi ve düşüşünü dramatik bir şekilde beyazperdeye aktarıyor."

 

26 Kasım 2024 Salı

Ulrike'den başka örneği yoktur

Jorge Luis Borges

 

Bugün bir keşif yaptım. Daha doğrusu birkaç gün önce yaptım da bugün yazıyorum. Mutlu etti böyle bir detayı öğrenmek. Mutluluğumun üzerine çok da düşünmeyeceğim. Oldu işte. 


Bu öykü için şöyle diyor Borges:

"Aşk teması şiirlerimde sık sık geçer, düzyazılarımda durum böyle değildir, Ulrike'den başka örneği yoktur."

Bonus :

"Ey geceler, ey paylaşılan yumuşak karanlıklar; ey gölgede gizemli bir ırmak gibi akan aşk, ey herbirinin öteki olduğu o mutluluk anı; ey mutluluğun masumluğu ve arılığı, ey önce sevişirken, arkasından uyurken bizi kendimizden geçiren birleşme; ey günün ilk ışıkları ve onun seyrine dalışım!."

22 Kasım 2024 Cuma

Çocuk, delikanlı ve adam ve daha fazlası


Rainer Maria Rilke

***

20 Kasım 2024 Çarşamba

Bir gün mutlaka Metin Erksan Sineması konuşulmalıyız*

🎬 Gecelerin Ötesi - 1960

"Aynı mahallede yaşayan 7 gencin öyküsünü anlatır. Birbirlerinden farklı yaşantı ve ideallerin içinde olan bu gençlerin tek ortak yanı onlara mutluluk getireceğine inandıkları paraya sahip olmaktır. Bunun için bir çete kurarlar ve benzin istasyonları soymaya başlarlar."

Meraklısına :

“O sıralar politik yetkenin ağzına bir laf takılmıştı: “Her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz”.

Kendi kendime dedim ki evet böyle bir düşünce olabilir, ama her mahallede bir milyoner yetiştirilirken, aynı mahallede başka şeyler de yetişir. Bir grup çocuğu aldım ve filmi çektim. O zamana kadar böyle bir film yoktu. Bu filme çok dikkatli bakmak lazım, o zaman sezdiğim ve düşündüğüm mesele 1970’lere doğru anarşiyle gündeme gelmeye başladı. O çocuklar yetişmeye başladı.

O gün atılan tohumları ben o filmde gördüm. O filmin temelinde 65 sonrası vardır. Ben bunu sinemacı sezgimle 1959’da görmüşüm”

Metin Erksan


Şu görüntülerin güzelliğine bakar mısınız? Bir gün Üsküdar'dan Kız Kulesi görüntüleri içeren filmleri derlemeliyim, dedirtiyor insana.

* Henüz yazılmamış bir şiir için akla gelen mısra

17 Kasım 2024 Pazar

Tutku yok edilebilir ama yaratılmaz

🎬 Equus (1977)


Niçin aşkı yüceltmekten kendimizi alamayız? Tutkuyu?

Yanlış anlaşılmamalı, elde etmeyi, ele geçirmeyi, kavramayı, sahip olmayı değil, bilakis mahrum olduğumuzu/olacağımızı bile bile sevgilinin peşinden koşmayı, bir ömür boyu hakikatine bile değil, sadece hayaline secde etmeyi, tekmelenmeyi, itilip kakılmayı, yerlerde sürünmeyi, hepsinden de ötesi sahip olmaktan vazgeçip hiç değilse yakınına düşmeyi, civarında bulunmayı.

Mahrumiyet bu kadar mı haz verir insana?

Ne bulmak, ne olmak, bizzat aramak.

Bu kadar mı sağaltır?

Ararken çıldırmak.

Hastalığı şifaya dönüştüren muammanın adıdır acziyet. Hakkı verildiği takdirde duyguların en yücesi. Aşık'ın hal-i pürmelali.

Hal-i pür-melal hiçliğimizi bize geri verir ey talib. Hakikatimizi. İnsanlığımızı yani. Sahip olmayı küçültür gözünde Hz. İnsan'ın ve ona olmanın hayalini bahşeder.

Hakikati, aramaktır hal-i pürmelal'in. Bulmak ve olmak ise hayali. Acziyet ve mahrumiyet sayesinde. Işığın değil, gölgenin kıymetini. Nurun değil, zulmetin. Müphemin. Belirsizliğin. Boşuna kürek çekmenin. Yenilmenin tadını öğretir hüzün bize. Bile isteye yenilmenin. Ölürken gülümsemenin. Sadece yakınlaşmak için. Hepsi de kurbiyet uğruna. 

Sıfatlarından değil, vücudundan vazgeçen adamın tek talebi. Kurbanın olayım, diyenin değil, kurban olanın. Feda edenin. Talebi adına talebinden vazgeçenin. 

Ar namus da neymiş? Şeref ve izzet? Gurur ve haysiyet? Eşikte uykuya dalanın ne işi olur böylesi libas u melabisle? Üryandır o! Korunmasız. Savunmasız. Aciz.

Bir tek hayretten büyümüş o gözler, gözler sevgilinin ayak izlerini, ve en ufacık kıpırtıya duyarlı o kulaklar işitir onun çığlığını. 

Hali, hal-i pür melaldir aşkın. Safi hüzündür.

Equus (1977)

Panteon'un ilk on filmi içinde.

Bence.

A-normal'in hikayesi çünkü. Sıradışı olanın. Tutkunun. Dörtnala koşmanın.

Sidney Lumet'in başyapıtı sayılmalı. Ne 12 Angry Man (1957), ne de Verdict (1982).

Sinema ve Felsefe

Meraklısına :


15 Kasım 2024 Cuma

Seviliyorsun Büyülü Gerçekçilik

 

Marquez, Kafka'nın "Dönüşüm"ü için der ki: 

"İlk satır beni neredeyse yataktan fırlatıyordu. Şöyle başlıyordu: 'Gregor Samsa huzursuz rüyalardan uyandığında, kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş halde buldu.' Bu satırı okuduğumda kendi kendime, kimseye böyle şeyler yazmak için izin verildiğini bilmiyordum, dedim. Bilseydim, çok uzun zaman önce yazmaya başlardım."

Seviliyorsun Büyülü Gerçekçilik. 

Meraklısına :

Kitabı ve filmi. 


11 Kasım 2024 Pazartesi

Bir ileri bir geri


Bakın, eninde sonunda, döner dolaşır Basho'ya gelirsiniz; ben size baştan söyleyeyim. Böyledir bu iş. Adam yazmış. 

"Bir ileri bir geri
kalp, söğüt ağacı gibi
her şeyi kendi haline bırakmış."

Ya da şu mesela :

"Ne acınacak hali vardı
Şu sıska orkidenin.
Ama tomurcuklandı işte!"

Meraklısına :


Rahip Saigyo'nun (*) dizelerinde geçen meşhur söğüt ağacı, Aşino'da tarlalar arasından geçen bir yolun kenarındadır. Bu yörenin beyi, ne zamandır bana hep bu söğüt ağacını göstermek istediğini söylüyordu. O, bu söğüt ağacından bahsettikçe ben de hep nerede olduğunu merak ederdim. Bugün en sonunda bu ağacın gölgesinde dinlenme fırsatı buldum.

"Tarlayı ekmek
Ve kalkıp gitmek -
Söğüt ağacından."

(*) Kamakura dönemi (1185-1333) başlarında yaşamış, erken dönem Budist keşiş-şairlerinden biri. 



10 Kasım 2024 Pazar

Denk gelişler

🎬Ro.Go.Pa.G. (1963)

"Sinemada açıklamak gerekmiyor, doğrudan izleyicinin duygularını etkilemek gerekiyor. Düşünceleri ileriye götüren işte bu uyandırılmış duygudur." diyor Andrey Tarkovski Şiirsel Sinema kitabında. 

Türkiye'nin Oscar adayı Hayat filminin yönetmeni Zeki de şöyle demiş, denk geldi :


Meraklısına :

9 Kasım 2024 Cumartesi

Matsuo Basho


Bırak söğüde
nefretini de arzusunu da
yüreğinin

Basho

Karşı bağda sıra sıra bademler



Bu post, bir akşamüstü arabanın radyosunda, Ürgüplü Refik Başaran'ın 'Garşı bağda sıra sıra bademler'ine denk gelmek ve bunun gibi şeylere dairdir.

8 Kasım 2024 Cuma

Taslaklar


Hani bazı şeyleri kaybetmemek için kendimize mail göndeririz. Benim de var böyle bir mailim. İsmi "Taslaklar" Neler yok ki içinde. Bilinmeyen bir nedenden dolayı ünlü olamamış  şairlerden şiirler, kime ait olduğu belli olmayan ama bana çok güzel gelmiş tablolar, daha sonra takip ederim diye kopyalanmış adresler, çok eski bir dostun telefon numarası ya da maili, hiç tarzım olmadığı halde -o an ne düşündüysem artık- sevdiğim şarkılar, aklıma geldikçe aldığım notlar, yazma denemeleri, deneme yazıları, fotoğraflar, filmler ve filmler, filmler... Daha aklıma gelmeyen yüzlerce şey.

Belli bir sistematiği, sıralaması, önceliği yok hiçbirinin. Çünkü bunların hepsi tek bir mailde. Önüme ne geldiyse, elime ne geçtiyse atmışım oraya. Ara sıra tavan arasına çıkar gibi giriyorum içine. Garip bir duygu. Çoğu zaman şaşkınlıkla okuyorum, izliyorum. Hem çok tanıdıklar, hem çok uzak. 

Bir ara bundan sonra artık ilgimi çekmeyenleri silsem diye düşünmüştüm. Ama sonra hemen vazgeçtim. Sevmiyorum ben belediye parklarını. Orman seviyorum. Göz alabildiğine ağaçların olduğu, ayaklarımın altının, isimlerini bilmediğim yabani bitkilerle kaplandığı, duyduğum seslere kulak kesildiğim, içinde biraz korku biraz merakla yürüdüğüm ama her anından zevk aldığım, farklı, gizemli, bilinmezliklerle dolu ama bir o kadar da tanıdık, her koku ustasının yakalamayı hayal ettiği binlerce notanın muhteşem karışımı burnumun direklerini sızlatan ve zihnimde hem anı yaşamanın hem de anı yaşamanın farkındalığı ile bir orman seviyorum. Varsın onlar parklarını cetvelle çizmeye devam etsinler, ben orman yolundan yürümeye devam edeceğim. 

Aklıma geldi de; belkide siz de böylesinizdir. Sizin de benim gibi dijital ormanlarınız vardır. Siz de herkes gibi kendi ormanınızda canınız ne zaman kaybolmak istiyorsa, kayboluyorsunuzdur. 

6 Kasım 2024 Çarşamba

Senaryo her şeydir

🎬Tender Mercies (Sevecenlik) - 1983

İkisi Oscar olmak üzere; 10 ödül, 14 adaylık.

Haneke'nin dediği gibi "Senaryo her şeydir." O yüzden senaryo yazarı Horton Foote 'u da anmak isterim.

Meraklısına: 


5 Kasım 2024 Salı

En saf beyaza dönmek

 

🎬 Ash Is Purest White (Kül En Saf Beyazdır) - 2018



Hikaye 18 yıl sürer. 18 yıl boyunca Çin, adam, kadın ve aşk değişir. 

Meraklısına :

Okumak isteyen için link...


4 Kasım 2024 Pazartesi

Uğursuz Adam


Ailemizde iki Uğursuz Adam'dan söz edilir. İkisi de yakışıklı, mavi gözlü, avukattır. İlkini tanımadım. Halamın kocasıydı. Resmi nikah yapıldığı gün, ailesinin yanına, köye gitmiş, bir daha dönmemişti. O günlerde nikah bozmak zor olduğundan, bir de adam izini kaybettirdiğinden yıllarca kağıt üstünde evli kalmışlardı. Adamı bir kasabada dini nikahlı karısı ve iki çocuğuyla bulduklarında halam iyiden iyiye içine kapanmış, boşandıklarında bile bir daha evliliği düşünmemiş, biri lafını açtığında da hemen konuyu değiştirmişti. Soldu gitti, derdi annem, o kadar güzeldi ki, bakan bir daha bakardı. 

Uğursuz Adam'ın niçin ortadan kaybolduğuna, boşanmak için bile ortaya çıkmadığına kimse anlam verememişti. Babam, utancından, derdi konu açıldığında, kardeşim güçlü kadın, duruşunda bile karşı tarafı ezen bir şey var, erkek adam, daha yumuşak başlısını bulunca vazgeçmiştir, karşısına çıkıp da söyleyememiştir utancından. Onu bunu bilmem, derdi annem, bu kadar beddua, bir gün yakasına yapışır, bir tek benimkiler yeter. Bizde de hata var, huyunu suyunu araştırmadan olur verdik, adamda bir tuhaflık olduğu belliydi. Konuşma hep böyle devam eder, sessizliğe gömülüp kendi hatalarının iç hesabını yapmalarıyla son bulurdu. 

Uğursuz Adam'ın fotoğrafı yoktu. Vardıysa da ortaya hiç çıkmadı. Yıllar içinde yakışıklılığı da tuhaflığı gibi bir efsaneye dönüşmüş, annemin bedduları ise tutmamıştı, tuttuysa bile haberi bize gelmemişti. Uğursuz Adam'ı gözümde geniş omuzlu, beyaz tenli, uzun bacaklı hayal ediyordum. Halamın gençlik fotoğraflarında, uzun siyah saçları, yeşil gözleri ve ince beliyle birbirlerine şüphesiz çok yakışıyorlardı. Herkes bu denli güzel iki insanın bir arada olması gerektiğini düşünmüş olmalıydı. 

Halam bana hiç Uğursuz Adam'dan bahsetmedi, ben de sormadım. Evlenme bahsi her açıldığında yüzüne oturttuğu reddeden gülümsemeyle konuyu kapayacağını, anlatmayacağını biliyordum. Sessiz bir kadındı. Uğursuz Adam'dan önce de öyle olduğunu söylerdi annem, babam sessizliğini çocukluğuna dek dayandırırdı. Kimi zaman dalıp gittiği olurdu. Ben Uğursuz Adam'ı düşündüğünü düşünürdüm ama belki de başka şeyler olurdu aklında. Belki de bizim kadar hiç düşünmemişti Uğursuz Adam'ı. 

Uğursuz Adam lafının arkası, teyzem iyiden iyiye evlilik çağını geçirdiğinde kesildi. Öğretmenlikten emekli olup teyzeme yakın bir yerde ev tuttuğunda ben otuzlarımın başındaydım. Bir yılı nişanlı, dokuz yıldır biriyle beraberdim. Yakışıklı, mavi gözlü, avukattı. Bir gün, aniden yurtdışına gitmeye karar vermiş, açıklama yapmadan, bu ilişkiyi artık yürütemeyeceğini bildirmişti. Ben de bir süreliğine ailemin yanına yerleştim. Sözü açılmasa da eski nişanlım her sabah anne babamın bakışlarında bizimle uyanıyor, masaya beraber oturuyordu. 

Bir gün, yemekten sonra, annem bulaşıkları yerleştirirken halam ve ben mutfakta oturuyorduk. Annem, bir an duraksadı, yüzünü bana döndü. Bak, dedi, ilk ve son kez söyleyeceğim, bir daha da ağzımı açmayacağım. Bir uğursuzun peşinden zaten yıllarını harcadın, kendini hala genç sanıyorsun ama değilsin. Unut, oldu bitti, elini çabuk tut, bir bakmışsın yıllar geçmiş, yalnız ortada kalmışsın. Halama baktım, annemin elinde tuttuğu tabağa dikmişti gözlerini. Gülümsüyordu. İyiyim ben, dedim, gülümsedim, annem bana baktı, sonra halama, yüzünü ekşitti, alaycı, burnundan nefes verdi, sırtını döndü, bulaşıklara girişti. Gördüğü şey, kızından öte başka bir Uğursuz Adam kurbanıydı. Bundan böyle kim olursam olayım onun gözünde başka biri olamayacaktım. Anladım. 

Bu ikinci Uğursuz Adam'ın lafı yanımda bir daha açılmadı. Ne ki aile yemeklerinin vazgeçilmez konusu olduğunun ayırdındaydım.

Uğursuz Adam
Sine Ergün

Meraklısına :

Sine Ergün’ün “2017, Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü”ne değer görülen “Baştankara”daki öykülerinde yalnızlıklar, hüsranlar, kalakalmışlıklar, kayıplar, kıskançlıklar, parçalanmışlıklar var. Bununla beraber yeni ufuklara, fırsatlara, kesişmelere ve başlangıçlara da kapı aralıyorlar. İnsanın kendi karanlığı ve ışığını; kentle, çevreyle, kendiyle çatışmasını ele alan bu öyküler kimi zaman dümdüz gerçekliğe dönüyor yüzünü. Kimi zaman da özlü bir meselin mesafesinden bakıyor. Ve anlattıkları kadar susmasıyla da ifadesine güç katıyorlar.

İnsan anasından kontrbasçı doğmuyor

Jean Rets | Le violoncelliste, 1945

Yok, gerçekten, insan anasından kontrbasçı doğmuyor. Kişiyi oraya götüren yol nice yanılmalardan, rastlantılardan, hayal kırıklıklarından geçiyor. Diyebilirim ki, bizim Devlet Orkestrasındaki sekiz kontrbasçı içinde bir tanesi bile yoktur ki hayatın sillesini yememiş olsun ve de yediği sillelerin izi bugün bile hâlâ yüzünden okunmuyor olsun. Tipik bir kontrbasçı kaderi olarak kendiminkini örnek gösterebilirim: baskın bir baba, memur, sanatla filan ilgisi yok; zayıf bir anne, flüt çalar, aklı fikri sanatta; ben çocuk olarak annemi taparcasına seviyorum; annem babamı seviyor; babam küçük kız kardeşimi seviyor; beni seven yok - yani şimdi öznel açıdan bakınca. Babama olan nefretimden memur değil, sanatçı olmaya karar veriyorum; ama annemden öç almak için de en büyük, en kullanışsız, soloya en elverişsiz çalgıyı seçiyorum; üstelik hem onu ölesiye incitmek hem de babama mezarı başında bir tekme atmış olabilmek için tutup gene de memur oluyorum: Devlet Orkestrasında kontrbasçı, üçüncü sıra. Bu sıfatla günbegün, dişi çalgıların -yani şimdi biçim bakımından- en büyüğü olan kontrbas aracılığıyla kendi annemin ırzına geçiyorum ve tabii bu bitmek bilmez sembolik ensest ilişkisi her seferinde ahlaki bir felaket oluyor; her basçının alnının ortasına yazılıdır bu ahlaki felaket. Çalgının psikanalitik tarafı böyle. Ne var ki, bunları bilmek pek bir işe yaramıyor, çünkü... psikanaliz, malum, tükenmiş durumda. Bugün biliyoruz tabii psikanalizin tükenmiş olduğunu, psikanaliz kendisi de biliyor zaten. Çünkü, birincisi, psikanaliz kendisi çözebildiğinden daha çok soru atıyor ortaya, kendi başını kesen bir Hydra gibi -mecazi olarak şimdi ve işte bu da, psikanalizin kendi içindeki, hiçbir zaman çözülemeyecek çelişki, kendisini boğuyor sonunda. İkincisi, malum, psikanaliz bugün orta malı olmuş durumda. Bugün herkes biliyor bunu tabii. Orkestradaki yüz yirmi altı üyenin yarıdan fazlası psikanalizde ya. Bir düşünün hele, bundan yüz yıl önce belki fırtınalar koparan bir bilimsel buluş olan ya da böyle bir buluş olması söz konusu olan bir şey, bugün artık bir Allah’ın kulunu bile  heyecanlandıramayacak kadar sıradan hale geliyor. Yoksa bugün yüz kişiden onunun depresif olmasına şaşıyor musunuz? Ha, şaşıyor musunuz? Ben şaşmıyorum. Gördünüz mü? Üstelik bunun için psikanalize ihtiyacım da yok. Eğer psikanaliz bundan yüz-yüz elli yıl önce elimizde olsaydı, çok daha işe yarardı - madem konu açıldı. O zaman sözgelimi Wagner’in yapıtlarının çoğundan esirgenmiş olurduk. Herif had safhada nevrotik canım, örneğin Tristan gibi bir yapıt, ortaya koyduğu şeylerin en büyüğü, nasıl oluşuyor ki böyle bir şey? Sadece ve sadece, yıllarca geçimini sağlayan bir arkadaşının karısıyla işi pişirdiği için. Yıllarca. Ve bu ihanet, nasıl diyeyim, bu adice davranış biçimi kendi içini öylesine kemirmiş ki, tutmuş bu olaydan sözüm ona bütün zamanların en büyük aşk trajedisini çıkarmadan edememiş. Toptan yüceltme yoluyla toptan bastırma. “En yüce zevk” falan filan, biliyorsunuz. Tabii, zina o zamanlar daha alışılmadık bir olay. E şimdi bir düşünün, Wagner bu sorunuyla kalkıp analiste gidiyor! Evet - kesin olan bir şey var: Tristan olmazdı o zaman. Orası kesin, çünkü nevrozu yetmezdi bu işe. - Ayrıca, bildiğiniz gibi karısını da dövmüştür, bu Wagner, ilk karısını tabii, İkinciyi değil. Kesinlikle değil. Ama ilk karısını döverdi. Zaten iyiden iyiye sevimsiz biri, istediğinde iğrenç bir nezaket takınmasını bilirdi, korkunç cazip. Ama sevimsiz. Sanırım kendi kendisine de katlanamıyordu. Zaten bir düzine döküntü çıkmaz mıydı suratında, şeyden... iğrençliğinden. Neyse. Ama hoşlanırmış kadınlar, dizi dizi. Çok çekici gelirmiş kadınlara. Anlaşılır gibi değil...

Patrick Süskind - Kontrabas

Meraklısına :