Jean Rets | Le violoncelliste, 1945 |
Yok, gerçekten, insan anasından kontrbasçı doğmuyor. Kişiyi oraya götüren yol nice yanılmalardan, rastlantılardan, hayal kırıklıklarından geçiyor. Diyebilirim ki, bizim Devlet Orkestrasındaki sekiz kontrbasçı içinde bir tanesi bile yoktur ki hayatın sillesini yememiş olsun ve de yediği sillelerin izi bugün bile hâlâ yüzünden okunmuyor olsun. Tipik bir kontrbasçı kaderi olarak kendiminkini örnek gösterebilirim: baskın bir baba, memur, sanatla filan ilgisi yok; zayıf bir anne, flüt çalar, aklı fikri sanatta; ben çocuk olarak annemi taparcasına seviyorum; annem babamı seviyor; babam küçük kız kardeşimi seviyor; beni seven yok - yani şimdi öznel açıdan bakınca. Babama olan nefretimden memur değil, sanatçı olmaya karar veriyorum; ama annemden öç almak için de en büyük, en kullanışsız, soloya en elverişsiz çalgıyı seçiyorum; üstelik hem onu ölesiye incitmek hem de babama mezarı başında bir tekme atmış olabilmek için tutup gene de memur oluyorum: Devlet Orkestrasında kontrbasçı, üçüncü sıra. Bu sıfatla günbegün, dişi çalgıların -yani şimdi biçim bakımından- en büyüğü olan kontrbas aracılığıyla kendi annemin ırzına geçiyorum ve tabii bu bitmek bilmez sembolik ensest ilişkisi her seferinde ahlaki bir felaket oluyor; her basçının alnının ortasına yazılıdır bu ahlaki felaket. Çalgının psikanalitik tarafı böyle. Ne var ki, bunları bilmek pek bir işe yaramıyor, çünkü... psikanaliz, malum, tükenmiş durumda. Bugün biliyoruz tabii psikanalizin tükenmiş olduğunu, psikanaliz kendisi de biliyor zaten. Çünkü, birincisi, psikanaliz kendisi çözebildiğinden daha çok soru atıyor ortaya, kendi başını kesen bir Hydra gibi -mecazi olarak şimdi ve işte bu da, psikanalizin kendi içindeki, hiçbir zaman çözülemeyecek çelişki, kendisini boğuyor sonunda. İkincisi, malum, psikanaliz bugün orta malı olmuş durumda. Bugün herkes biliyor bunu tabii. Orkestradaki yüz yirmi altı üyenin yarıdan fazlası psikanalizde ya. Bir düşünün hele, bundan yüz yıl önce belki fırtınalar koparan bir bilimsel buluş olan ya da böyle bir buluş olması söz konusu olan bir şey, bugün artık bir Allah’ın kulunu bile heyecanlandıramayacak kadar sıradan hale geliyor. Yoksa bugün yüz kişiden onunun depresif olmasına şaşıyor musunuz? Ha, şaşıyor musunuz? Ben şaşmıyorum. Gördünüz mü? Üstelik bunun için psikanalize ihtiyacım da yok. Eğer psikanaliz bundan yüz-yüz elli yıl önce elimizde olsaydı, çok daha işe yarardı - madem konu açıldı. O zaman sözgelimi Wagner’in yapıtlarının çoğundan esirgenmiş olurduk. Herif had safhada nevrotik canım, örneğin Tristan gibi bir yapıt, ortaya koyduğu şeylerin en büyüğü, nasıl oluşuyor ki böyle bir şey? Sadece ve sadece, yıllarca geçimini sağlayan bir arkadaşının karısıyla işi pişirdiği için. Yıllarca. Ve bu ihanet, nasıl diyeyim, bu adice davranış biçimi kendi içini öylesine kemirmiş ki, tutmuş bu olaydan sözüm ona bütün zamanların en büyük aşk trajedisini çıkarmadan edememiş. Toptan yüceltme yoluyla toptan bastırma. “En yüce zevk” falan filan, biliyorsunuz. Tabii, zina o zamanlar daha alışılmadık bir olay. E şimdi bir düşünün, Wagner bu sorunuyla kalkıp analiste gidiyor! Evet - kesin olan bir şey var: Tristan olmazdı o zaman. Orası kesin, çünkü nevrozu yetmezdi bu işe. - Ayrıca, bildiğiniz gibi karısını da dövmüştür, bu Wagner, ilk karısını tabii, İkinciyi değil. Kesinlikle değil. Ama ilk karısını döverdi. Zaten iyiden iyiye sevimsiz biri, istediğinde iğrenç bir nezaket takınmasını bilirdi, korkunç cazip. Ama sevimsiz. Sanırım kendi kendisine de katlanamıyordu. Zaten bir düzine döküntü çıkmaz mıydı suratında, şeyden... iğrençliğinden. Neyse. Ama hoşlanırmış kadınlar, dizi dizi. Çok çekici gelirmiş kadınlara. Anlaşılır gibi değil...
Patrick Süskind - Kontrabas
Meraklısına :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder